Ana içeriğe atla

Politeknik Egitimin Tarihi ve Temelleri - II - Doç.Dr.Kemal İnal

Marx'ın kafasındaki temel sorunlardan biri, üretimin kolektif ölçüde nitelik ve niteliğinin nasıl artırılacağıydı. Sosyalizm (sınıfsızlık yolunda toplum) ve komünizm (sınıfsız toplum), hem birer üretim hem de toplum biçimi olarak bu soruna yanıt oluşturuyordu. Marx, kapitalizmi üretici güçleri geliştirmesi ve arkaik yapıları tarumar etmesi bakımından hayranlıkla karşılar (Hindistan örneğinde olduğu gibi) ve fakat yeni bir sömürü ve eşitsizlik kaynağı olması bakımından yerin dibine batırır. Bu eleştirisinde daha adil ve eşitlikçi bir toplum yaratılmasında kapitalist üretim biçiminin ekonominin yanı sıra din, eğitim, siyaset, sanat ve kültür gibi alanlarda yabancılaşmaya yol açmasının önemli bir payı vardır.

Marx, Feurbach eleştirisi üzerinden de bu yabancılaşmayı irdeler, kapitalist işbölümünü dikkate alarak çeşitli yapıtlarında, yola çıktığı felsefi kaynağı -Hegelcilik- aşarak eleştirisini zenginleştirir. Bu açıdan 1844 Elyazmaları, Hegelci felsefenin eleştirisi üzerinden aynı zamanda bir yabancılaşma teorisi ve eleştirisidir. Kapitalizmin yol açtığı yabancılaşmış emek, aslında ürettikçe, zenginliği yarattıkça yoksullaşır, sefilleşir. Bu da, kapitalist koşullarda emeğin kendini tam anlamıyla ve çok yönlü gerçekleştirmesini önler. Marx Alman İdeolojisi'nde "herkesin başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanı olmadığı, ama herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmaksızın sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağını yaratır" der. Onun için asıl mesele budur politeknik eğitim açısından: Çok yönlü, tüm yetileri ve yetenekleri gelişmiş ama tek boyutlu işbölümünün esiri olmayan, tek bir uzmanlık alanının içinde körelmeyecek insanı yaratmak.

Politeknik eğitimde yeni ve bütünsel insanın ortaya çıkışı, hemen her üretim mekanının bir eğitim ortamı ya da okul olarak düzenlenmesiyle gerçekleşecektir. Mülkiyetin özel değil, kolektif olduğu bir toplumda tüm alanlarda olduğu gibi eğitimde de insanın potansiyellerini kullanması ve yeniden gerçekleştirmesinin maddi ve manevi imkanları mevcut olacaktır. Doğaya hakimiyet çabasının artacağı ve kolektif üretimin nitelik ve nicelikçe çoğalacağı koşulları haiz eğitim süreçleri, çeşitli alanlarda (doğa bilimleri, sosyal bilimler, çalışma ve üretim süreci olarak iş, işin teknik boyutları, bedensel ve estetik eğitim, bilinç dönüştürücü felsefi etkinlik vb.) gerçekleşecektir. Tüm bu eğitim süreçlerinin temel mantığı ve yöntemi, diyalektik uslamlama olacaktır. Yani, her eğitim sürecinde bilgi ve değerlerin öğrenilmesinde, yeni keşif ve buluşların yapılmasında olgu ve olaylar çelişkileri içinde kavranacak, sentezlere böyle varılacaktır. Her türlü eğitim faaliyetinde teori ve pratik birleştirilecek, öğretim süreçleri hayatın içinde ve insan hayatı için gerçekleşecektir.

Marx, Engels ve diğer sosyalist eğitimciler eğitimi sanayi (üretim) için ve sanayi içinde düşünmüşlerdir öncelikle. Bu da doğal, zira 19. yüzyıl sanayi devriminin yaşandığı, teknolojik buluşların insanın kaderini önemli ölçüde değiştirdiği bir yüzyıldır. 20. yüzyıl ise, artık rasyonel üretim sistemleriyle genel bir kalkınma hamlesinin yaşandığı bir dönemdir. Bu koşullarda Avrupa ve ABD'de olduğu gibi Sovyetler Birliği'nde de (hatta genç Türkiye Cumhuriyeti'nde de) tüm dikkatlerin soyut/skolastik değil, pratik iş ve meslek eğitimine çevrildiği bir gerçeklik söz konusudur. Haliyle iş ve meslek eğitiminin ana hedefi, yüksek vasıflara sahip insan yetiştirmektir. Bu eğitim, endüstrinin ihtiyaç duyduğu işgücünü de sağlayacaktır. Dolayısıyla politeknik eğitimin endüstriyel üretim artışını öne çıkarması, büyük ölçüde insan emeğinin verimliliğini ve genel refah artışını imler. Nitekim Sovyetler Birliği'nde Lenin ve diğer öncü kadrolar, 1917 Devrimi'nden itibaren endüstri-kalkınma-eğitim arasında bu açıdan ilişki kurmuşlardır. Eğitimin üretime bağlanması, en azından o dönem için arabayı atın önüne koşmak olarak değerlendirilemez. Bu pratik tutum, yüzlerce yıl süren ve insan bilgisi ve emeğini mistik süreçlere havale eden ya da indirgeyen skolastik felsefeye karşı bir duruştu. Skolastik felsefe ve elbette eğitimde yüksek, erdemli ve elit faaliyet olarak derin düşünme (tefekkür), pratik hayatın gerekleri (iş, üretim, emek, paylaşım vd.) karşısında sürekli tali plana itilmiş; hatta kilise emeğe dayalı çalışmayı yüzlerce yıl küçümsemiştir. Politeknik eğitimde üretim ve endüstrinin öne çıkarılmasının anlamı şudur: Değer yaratan emeğin eğitimi, tinsel/ruhsal (spiritüel) değil, ancak maddi (iktisadi/verimlilik) bir boyutta gerçekleşirse değiştirici ve devrimci olabilirdi. 20. yüzyıl boyunca gerek Avrupa gerekse ABD'de İş Okulu akımının bu derece ilgi görmesinin anlamı budur. Bizde de Köy Enstitüleri, bu Batılı akımın ilke ve anlayışı çerçevesinde ama tarımsal alanda uygulanmıştır. O halde, eğitimin değişimci/devrimci gücü, Politeknik Eğitim'e göre, öğretim süreçleri ancak üretim ile hayatiyet kazandıkça mümkün olabilirdi. Elbette her türlü üretimle değil, aşırı uzmanlaşma ve yabancılaşmayı aşmış bir üretim biçimiyle devrimci değişim gerçekleşebilirdi.







***








KAYNAK: EVRENSEL (04.12.2006)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Paulo Freire: Yaşamı, Eğitim Felsefesi Ve Uygulaması Üzerine Prof. Dr. Serap Ayhan

Paulo Freire: Yaşamı, Eğitim Felsefesi Ve Uygulaması Üzerine Prof. Dr. Serap Ayhan Ünlü Brezilyalı eğitimci Paulo Freire'in, son 30-35 yıl içinde, yetişkin eğitimi alanında dünya çapında önemli bir isim olduğunda kuşku yok. Yetişkin eğitimi yazınında, Freire'in eğitim düşüncesine ve adı ile anılan yöntemine ayrı bir başlık altında ya da tüm metnin satır aralarında olsun yapılan bir gönderme, yorum ya da ondan getirilen bir katkı ile karşılaşmamak olanaksız. Paulo Freire, eğitim dünyasında daha çok radikal bir eğitimci olarak tanınmakla birlikte, onun farklı felsefi duruşlardaki ve siyasal görüşlerdeki tüm eğitimcilerin ve okurların ilgisini çektiği açıktır. Bunun nedenlerinden biri, kanımca en azından, genelde eğitimin ve özelde yetişkin eğitiminin felsefi ve psikolojik temelleri üzerinde bir yeniden-düşünmeyi harekete geçirmesi ve insanların kendi öğrenme-öğretme eylemlerini sorgulamalarını uyarmasıdır. Gerçekte, Torres'in belirttiği gibi, "Pedagojide bugün neden Frei

"Alternatif Eğitim Modelleri" - Dr. Bülent Akdağ

Alternatif eğitimin, mevcut eğitime karşı çıkışı dile getirmekten öte bir paradigmayı işaret ettiğini ve kavramın bir insan felsefesi ile ilintisini belirtmeden, alternatif eğitim paradigması çerçevesinde karakterize olan modellerin ortaya çıkışlarını, uygulama süreçlerini ve yapısal dönüşümlerini anlamak olası değildir. Eğitimde “insanı görme biçimi” her toplumsal dönemde kavramın anahtarını veriyor. İnsan doğasının ne olduğuna ilişkin sahip olunan tutumlar, kaygılar, tasarılar ve ütopyalar ile eğitimin işleyen yapısı içinde oluşan problemlerin tıkanma noktaları alternatif eğitim tarihinin izdüşümünü oluşturmaktadır. Kimi kez radikal ve anarşist söylemlerle kimi kez kendiliğinden ve farkındalıksız adımlarla kazanılan ivme, özünde, insan doğasına “iyimser” bakışın heyecanıyla sarfedilen bir çabanın sonucudur. Şurası bir gerçektir ki, alternatif eğitim m

ÖZGÜRLEŞTİRİCİ BİR EĞİTİM ARAYIŞI: ELEŞTİREL PEDAGOJİ OKULU1

A Search for an Emancipatory Education: The Critical Pedagogy School Nuran Aytemur Sağıroğlu ( Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi, Yrd. Doç. Dr., aytemur_n@ibu.edu.tr) "Eğitim Bilim Toplum Dergisi / Cilt:6 Say›: 24 Güz: 2008 Sayfa:50-61 Education Science Society Journal / Volume:6 Issue: 24 Autumn: 2008 Page:50-61" Özet Neo-liberal politikalarla birlikte, bireylerin kendilerini geliştirmesi açısından temel insan haklarından biri olarak kabul edilmiş olan ve devlet eliyle düzenlenip kamusal kaynaklarla finanse edilen bir hizmet olagelen eğitimin anlam, içerik ve sunumunda önemli değişimler gerçekleşmektedir. Toplumsal ve siyasal olanın piyasa mantığı içinde tanımlandığı neo-liberal politikalarla eğitim bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp piyasaya terk edilmeye çalışılmakta, eğitim yöntem ve içeriğinin belirlenmesinde (“toplumsal yararlılık” ilkesi göz ardı edilerek) piyasanın ihtiyaçlarının hesaba katılması gerekliliğine işaret